Kurtuluş Savaşımızın Halide Onbaşısı, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün silah arkadaşı, Sultanahmet mitinginin yiğit söylevcisi; Handan. Zeyno, Ayşe, Aliye Rabia vb. gibi güçlü ve etkin roman kadınlarının yaratıcısı, Batı’nın aydınlığını ülkesine taşıyan çağdaş öğretmen, ikinci eşle evlenmeye kalkan kocasına karşı hiç ödün vermeden, çocuklarını aldığı gibi ayn eve çıkma yürekliliğini gösteren, insanlık ve kadınlık onurunun başkaldıncısı Halide Edip’in 30. ölüm yıldönümü nedeniyle PEN’in Ankara’ da (Mülkiyeliler Birliği’nde) düzenlediği, anma toplantısına katılım, yaklaşık otuz kişiyle sınırlı kaldı.
Bu ilgisizlik, bu yetersiz katılım yüreğimde büyük bir kırgınlık yarattı. Ben de bu kırılmışlığı onarmanın yolunu, Halide Edip’in Ankara’da oturan tek torunu Ömer Sayar’la söyleşmekte ve bu söy- leşiyi de değerli “Cumhuriyet” okurlarıyla paylaşmakta buldum. Ömer Sayar’la yazar, savaşçı, politikacı, öğretmen, öncü Halide Edip’i değil, onun “babaannesini”, “insan” Halide Edip’i konuştuk.
Sevgili Sayar, bizi önce Halide Edip’in aile bireyleriyle tanıştırır mısın?
SAYAR – Babaannem daha on altı yaşındayken kendisine matematik dersi veren, kırk yaşını aşkın hocası Salih Zeki’ye aşık olur. Daha o yaşlarda, kişiliğinin en belirleyicisi çizgisi olan kararlılığı nedeniyle de bu aşk evlilikle sonuçlanır. Bu evlilikten büyük oğlu Ayetullah ve küçük oğlu olan babam Haşan Hikmetullah doğar. Sonra da tek torunu olan ben. Amcam ekonomi, babam ziraat okumuş. Ben inşaat mühendisliği, benim oğlum ise tıp. Anlayacağınız, ailede bir başka yazar daha yetişmedi.
– Özel yaşamının “en sevgili” insanı kimdi?
SAYAR – Elbette ki büyükbabam Salih Zeki. Ona duyduğu aşk, hayranlık ömrünün sonuna kadar sürdü. Ondan ayrılmış olması ise en büyük acısıydı. İkinci eşi olan Adnan Adıvar‘la bir duygu evliliği yapmadı ve onu hiçbir zaman önemsedi. Bazı geceler babaannemin onu, “çık dışarı” diye bağırarak odasından kovduğunu, yine çok kararlı olduğu konularda da “karışma sen” diye susturduğunu bilirim. Ama, öldüğünde çok üzüldü.
– Halide Edip’in Salih Zeki’yle, oldukça ilginç bir ayrılık öyküsü var sanıyorum. Onu bize anlatır mısınız?
SAYAR – Dedem Salih Zeki, Galatasaray Lisesi Müdürlüğü sırasında, babaannemden gizli bir başka kadınla ilişki kurmuş. Bir gün o kadın, çarşaflı olarak liseye gelip kapıcıya Müdür Salih Zeki’nin eşi olduğunu söylemiş ve yukarı çıkmış. Tesadüfen, biraz sonra da babannem gelmiş ve o da kapıcıya müdürün eşi olduğunu söyleyince, şaşıran kapıcı, “Ama nasıl olur hanım, sen daha biraz önce içeri girmedin mi” demiş. O anda her şeyi anlayan Halide Edip yüzgeri dönmüş ve akşam olunca evde, dedemin başında kıyametleri koparıp iki çocuğunu da aldığı gibi hemen evi terk etmiş. O kadına çok kızardı ve sözü geçtiğinde aşağılamak için hep “camcının kızı” derdi. (Bu kadar direşken, başkaldıncı bir kadın olan Halide Edip’in. torunu Ömer Sayar’ın eşi Reva Hanım’a ilk öğüdü ne olursa beğenirsiniz: “Küçük, kocanla birlikte bu hayatta mutlu olmak istiyorsan ‘üç maymun’u oyna, yani görme, duyma ve söyleme…”)
– Halide Edip’in anne ve babaanne olarak çocuklarına ve torununa yaklaşımı nasıldı? Buna sıcak bir ilişki diyebilir miyiz?
SAYAR – Kesinlikle hayır.. Öyle, görünür bir sıcaklıktan söz edemeyiz. O, son derece otoriter ve disiplinliydi. Beni hiç kucağına alıp öpüp okşadığını hatırlamıyorum. Her zaman ve herkesle mesafeliydi. Ama, yeri geldiğinde de fedakarlık yapmasını bilirdi. Mesela bir araştırma için Amerika’ya giden babama, iki yıl kendi hocalık maaşından arttırıp harçlık göndermiş ki, babam o zaman evli barklı adammış. Beni de ortaokuldan itibaren o okuttu. Galatasaray Lisesindeyken yatılıydım, yalnız hafta sonlan Laleli’deki Antalya Apartmanı’nda bulunan evine giderdim. Üniversiteyi ise kendi evi olan Soğanağa’daki iki katlı evde, onun yanında kalarak okudum. Adnan Adıvar’ın ölümünden sonra da babaannemle hep aynı odada yattım. (Anlatımının bu noktasında, Sayar bana bir gazete gösterdi. 4 Ağustos 1935 tarihli Son Posta gazetesi ve büyük puntolu bir başlık: “Halide Edip’i İstanbul’a getirten Küçük Ömer.” Yanda da Ömer Sayar’m üç yaşındaki bir fotoğrafı. Halide Edip kendi yokluğunda doğan torununu, ilk kez görmek üzere yurda dönüyor.) Aynca babaannemle satranç oynadığımızı hatırlıyorum. Çok kötü bir satranç oyuncusuydu ve hep yenilirdi. O zamanlar Adnan Adıvar “Cumhuriyet” gazetesinde “Düşünenlerin Düşünceleri” köşesinde yazardı. Bu yazılan da gazeteye ben götürür ve Burhan Felek’e teslim ederdim. Zaman zaman Halide Edip kendisi de Cumhuriyet’e yazardı. Mesela Yaşar Kemal’in “Teneke”sini öven bir yazı yazmıştı. Bir de 27 Mayıs’tan sonra, üniversitede arkadaşlarını ihbar eden muhbir profesörler için yazdığı “Ruh Mikropları” diye harika bir yazısı yayımlanmıştı. Büyükannemin son dönemlerinde yazdığı romanları ise o okurdu ben de daktilo ederdim. Öyle büyük gramer hatalan yapardı ki dayanamayıp babaanne bu cümleyi yanlış kurmuşsun dediğimiz zaman da “Hadi ordan köpek” derdi? Yine hiç unutmadığım bir davranışı da şudur: Beni elimden tutup Galatasaray Lisesi’ne götürdü ve kaydımı yaptırdı. Okulun o za manki müdürü Behçet Bey de “Artık Ömer’e bir dolmakalem alırsınız” dedi. Babaannem birden otoriter bir tavırla, dolmakaleme hiç gerek olmadığını, kendisi gibi benim de pekala hokka ve divit kullanabileceğimi söyledi ve kesinlikle de almadı. Sınıfta benim dışındaki otuz dokuz kişinin dolmakalemi vardı, yalnız benim yoktu. Hep hokka-divit kullandığım için de arkadaşlarım adımı “Hokka Ömer” koydular. Bunu asla cimriliğimden değil, “dediğim dedik” bir insan olduğundan yaptı. Kendisi de ömrünün sonuna kadar hep hokka-divit kullandı ve hep eski
harflerle yazdı.
– Halide Edip’in sıradan bir gününe tanık olmak istesek, onu nasıl bir pencereden izleriz?
SAYAR – Elbette ki, çok aydınlık bir pencereden izlersiniz… Sabah kalkar kalkmaz ilk işi giyinip makyajını yapmak olurdu. Çoğunlukla önden düğmeli pamuklu bir elbise, onun üstüne de bir hırka giyerdi. Tırnakları hep manikürlüydü ve renksiz cila sürerdi. Yüzüne ise yalnızca pudra. Hep arkada topuz yaptığı aksaçlarını ise çivide, griye yakın uçuk bir maviye boyardı. İnce saplı bir bastonu ve iki tespihi vardı. Hiç ev işi yapmazdı. Yanında daima ev işlerini yapan bir yardımcısı olmuştur. Zenci bir halayık olan “Arap Reşe” bunlardan birisiydi. Çok hafif bir kahvaltıdan sonra yazmaya otururdu. Bazen günlerce yazmaz, bazen de bir oturur bitirene kadar kalkmazdı. Öğle yemeklerine çoğu zaman Yahya Kemal, Operatör Doktor İsmail Gürkan; perşembe akşamlan ise RaufOrbay gelirdi. Onlarla çoğu zaman kağıt oyunları oynar ve fal açardı. Falda iskambil kağıtları istediği gibi gelmezse, derhal onlan kendi isteğine göre düzenler ve falın gidişini değiştirirdi. Parayla pulla hiç ilgisi yoktu. Öldüğünde kalan, Soğanağa’daki eviyle bankadaki kırk bin lirasıdır. O evi de daha sonra babam sattı. Ev eşyaları lüks değil, ama orijinal parçalardan oluşurdu. Özellikle yazı masası çok orijinaldi. Bazı günler Beyazıt Meydanı’ndaki havuzun başında gezinir ve taksimetresi olmayan taksilere asla binmezdi. Hayatındaki insanlarla mesafeli, ama ilgiliydi. Roman kahramanlarını da çoğu zaman, onlardan seçerdi. Mesela, “Döner Ayna”nın kadın kahramanı, bakıcısı Cemile; “Akile Hanım Sokağı”nın kahramanı ise yine yanında çalışan kadınlardan Akile Hanım’dı. Yazarken durmadan sigara içerdi. Ayrıca ıhlamuru ye yulaf ezmesini de se verdi. Bir de eşekleri ve nar çiçeğini çok severdi. Bunun için de evde eşek resimleri ve bibloları vardı. Hitabeti güçlüydü, etkili konuşur ve aristokrat bir hava yansıtırdı.
– Halide Edip’in torunu olmak, size ne tür duygular yaşatıyor?
SAYAR – Elbette ki her şeyden önce bundan onur duyuyorum. Bir nedenle Hindistan’a gittiğimde İndra Gandi ile tanıştırıldım. Çok memnun olan Gandi, “Halide Edip bizim aile dostumuzdu. Kurtuluş Savaşınız sırasında, Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı yardımı, Hindistan üzerinden sağlayan büyükannendir” dedi. Bunlar güzel şeyler; ama, TRT’nin, basının dolayısıyla da gençliğin ona karşı ilgisiz kalması da üzücü doğrusu…
-Dinsel inançları neydi, Halide Edip bu dünyadan nasıl ayrıldı, onu nasıl uğurladınız?
SAYAR – Babaannemin evindeki şöminenin üstünde asılı duran bir tabloda, şu dörtlük yazılıydı: “Ey binamaz diye beni haktan uzak gören/ Sığmaz senin hayaline mihrab-ı mimberim/ Sen sade beş vakitte ararsın ilahını/ Ben her zaman onunla emin ol beraberim.” Sanırım bu dizeler, onun din ve tanrı konusundaki görüşünü yeterince yansıtıyor. Ölümüne gelince: Adnan Adıvar öldüğünde, Merkezefendi Mezarlığı’na kondu. Babannem de mezarını yaptırırken yanındaki yeri satın alıp kendi mezarını da yaptırmış. 9 Ocak 1964’te öldüğünde. cenaze töreni çok görkemli oldu. Şimdi o da Merkezefendi Mezarlığı’nda ve kendi sağlığında yaptırdığı mezarında yatıyor. (Halide Edip, Adnan Adıvar’ın mezar taşına şu iki dizeyi yazdırmış: “Tekrar mülaki oluruz bezm-i ezelde / Evvel giden ahbaba selam olsun erenler ” Sevgili Halide Onbaşı, Edip kızı Halide, “Evvel giden ahbap” bir gün görüşmek üzere, ışıklar içinde uyu.)
Muhsine Helimoğlu Yavuz’un Ömer Sayar ile gerçekleştirdiği bu röportaj Cumhuriyet Gazetesi’nin 13 Şubat 1994 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Mustafa Bey size nasıl ulaşabilirim.
BeğenBeğen
mt.mustafaturkan@gmail.com mail adresiyle ulaşabilirsiniz iyi günler dilerim
BeğenBeğen