
19. Asır İstanbul’unun tanınmış simalarından birisi olan Recaî Efendi, vakanüvislik, Takvimhane nazırlığı gibi resmi vazifelerde bulunmuştu. Güzel yazı yazar, tezhip yapar, şiir söyler ve ney üflerdi. Vaniköy’deki yalısında sanatsever dostlarıyla hoş bir hayat sürerdi. Yalının daimî müdavimleri arasında Sır kâtibi Mustafa Paşa, Sikkezen Fettah Efendi, Mısır Kapı Kethüdası Mahmut Bey, Billûrî Mehmet Efendi, şair Hersekli Arif Hikmet Bey, bestekâr Hacı Arif Bey ve Yusuf Cemil Efendi bulunuyorlardı.
Recaî Efendi’nin büyük zevklerinden biri de mehtaplı gecelerde yalının bahçesinde denize karşı nısfiye çalmaktı. Bazı akşamlar da kayıkla balığa çıkardı. Recaî Efendi’nin denize ve mehtaba karşı nısfiye çaldığı akşamlardan birisinde başından garip bir vaka geçmişti. Hidiv İsmail Paşa kayıkla Vaniköy’deki Recaî Efendi’nin yalısı önünden geçerken ışıkları söndürülmüş binanın önünde entarili bir adamın yanık yanık nısfiye çaldığını görmüş ve bunu fakir bir Mevlevî dervişi zannederek uşağına bir kese para atmasını emretmişti. Kayık, Recaî Efendi’nin hizasından geçerken, Hidiv’in uşağı para kesesini fırlatmış ve efendi bir şıkırtı ile daldığı alemden uyanmıştı. Hadit mizaçlı olan Recaî Efendi bu hareketten derhal alınarak yerinden fırlamış ve kendi kayığına atlayarak Hidiv’i takibe başlamıştı. Recaî Efendi’nin kayığı, İsmail Paşa’dan kısa bir müddet sonra Emirgân’daki Hidiv yalısının rıhtımına yanaşmış ve paşaya “Takvimhane Nazırı geldi” diye haber göndermişti. İçeri alınan ve başı da biraz hoşça olan Recaî Efendi’nin kıyafeti ve hali paşayı şaşırtmış, Efendi sert bir sesle “Ben nısfiye çalanım, al bunu” diye keseyi iade etmiş ve bazı şeyler söyleyerek en sonunda da “Seni kuyruklu yıldıza havale ettim” demiş ve hemen yalıdan çıkıp kayıkla tekrar Vaniköy’e dönmüştü.

Recaî Efendi’nin oğlu büyük edib Mahmud Ekrem Bey 1847 yılında bu yalıda dünyaya gelmişti. Recaîzâde on sekiz yaşına kadar Vaniköy’deki yalıda oturmuş ve orada amcası Tophane Nazırı Arif Efendi’nin kızı Ayşe Güzide Hanım’la evlenmişti. Recaî Efendi’nin vefatından sonra yalı on bin on altına Mısırlılar tarafından satın alınmıştı. Tanzimat Edebiyatımızın kurucularından birinin doğduğu ve yetiştiği Vaniköy yalısının eski yıllara ait hatıralarını yine Recaîzâde Ekrem Bey’in kaleminden okuyoruz:
“Vaniköy’deki yalının hamam dairesi tutuşup yandığı gün herkes telaş içinde, mükedder bir haldeyken, ben ne kadar sevinmiştim. Çünkü bizim yangına da İcadiye’den toplar atılmıştı. Yine o yalıda iken tufanı andırırcasına yağan yağmurdan her tarafı seller basarak umum ev halkı azim havf ve helecan içinde olduğu bir gün ben ne derece bahtiyar olmuştum. Çünkü harem dairesi avlusunu bir havz-ı vesi haline getiren sular üzerinde kayık yüzdürmek benim için âsin olmuştu. Yine o yalıda iken bir kış iki arşına yakın kar yağdığından yolların kapanması ve hususiyle fırınların ekmek çıkaramadığı badiresiyle herkes beht ve dehşet içinde bulunduğu gün ben ne kadar hoşlanmıştım. Çünkü evde ne kadar adam varsa cümlesinin bahçeden sokak kapısına kadar olan uzunca bir yolu açmak için sabahtan akşama değin uğraşmaları benim için şayanı hayret bir temaşa vücuda getirmişti. Yine o yalıda iken bir gün validemle Paşabahçesi’nde o zamanlar mevcut olan billur fabrikasına denizden gidiyorduk. Bir hayli ilerledikten sonra birdenbire hava karardı. Mütaakıben dehşetli bir yağmur başladı. Biz kayık içindeydik. Sığınacak bir yer bulamadık, fena halde ıslandık, zaten fabrikaya da az bir mesafe kalmıştı, oraya çıkıldı. Validem, yanında bulunanlar o hadiseden çok müteessif oldukları halde bilakis ben pek memnun kalmıştım. Çünkü onların bir tarafta kurunmak kaydında bulunmaları, fabrikanın bahçesinde öteye beriye atılmış, renk renk billur buçuk yığınlarının güneşe karşı bin türlü elvan içinde parıl parıl yandığını doya doya seyir ve telaşa ile eğlenmeye benim için meydan vermişti. Yine o hamamda iken bir gün beni hamama sokmuşlardı. Hamamdan çıktıktan sonra bir aralık iskeleye indim… İskelenin bir tarafında bir deniz havuzu vardı. Oraya boyalı tenekeden mamul kalemdanımı evvelce düşürmüştüm. Kalemdan tekrar nazarıma tesadüf etti. Havuz bir arşın kadar derindi ve bir ciheti daha ziyade sığdı. Kalemdanı bir değnekle ite ite havuzun sığ olan cihetine götürmek için uğraşmaya başladım. İskeleye ise boyanmak üzere bir sandal çekilmiş, ben beri tarafta uğraşıp dururken sandalın desteğine çarpmışım. Sandal o tarafa doğru yattığı gibi beni iterek havzın içine düşürdü. Derhal haykırmaya başladım. Geldiler, beni çıkardılar. Tekrar soydular, hamama soktular, azarladılar, ağlamaya başladım. Bu aralık kalemdanı da çıkarmışlar, getirdiler bana verdiler, derhal teessürüm zail oldu. Sevindim, her şeyi unuttum. Ertesi sabah uykudan uyandığımda o kalemdanı baş yastığımın üzerinde bulmuştum. Bu kadar kayıtsız bir ömrü safa içindeyken de ara sıra pek mahzun oluşum vardı ki o da en çok dadımın beni uyutmak için titrek ve nağmeli bir sesle Çerkes türküleri söylediği zamanlarda vaki olurdu. O zamanlar başıma yorganı çeker, sakin sakin ağlardım. Ruhum o teessür yaşlariyle alemi letafet menama süzülür giderdi. Ertesi gün uykudan gözlerimi açtığım zaman gönlümü envari şevk ile vine dopdolu bulurdum. O mevsimi saadet hangi diyara gitti, o sevgili vücutlar hangi aleme çekildi. Evet gözlerimi yumduğum gibi o firdevsi saadetin parlak şafakları, neşeli mehtaplarıyla mülevven bulutları, münevver geceleriyle, lâtif rüyaları, masumane hülyalarıyla hiçistanı maziye doğru kemali süratle gittiğini görüyorum.”
Bir büyük edibimizin çocukluk günlerini yad ettiği Vaniköy’deki yalıyı biliyor muyuz? Vaniköy’ün arka yolundan kayıtsız geçerken, vapurla yalıları hiçbir hikayelerini bilmeden seyrederken edebiyat tarihimizde yer almış mühim bir şahsiyetin bu köyde doğduğundan ve burada bir yalıya ait böyle hatıraları bulunduğundan haberdar mıyız?
Bütün tarihi ve mühim şahsiyetlerimize ait hatıraları canlı tutacak ve zaman zaman onları yaşatacak hafızalara ne hudutsuz bir ihtiyacımız var.
Halûk Y. Şehsuvaroğlu / 17.06.1951